Bir tür killi topraktan yapılan ve fırında pişirilen, bit yüzeyi sırlanmış, çeşitli renk ve motiflerle süslenmiş, seramik parçasına çini denir. Çini sanatı ise, bu killi toprağın pişirilip sırlanması sonucu elde edilen seramik parçasına usta ellerin değmesiyle ortaya çıkan emek isteyen meslek dalıdır. Bu sanata ülkemizde halk dilince çinicilik de denmektedir. Kelimenin aslı Osmanlıca çînî (Çin'e ait, Çin işi) olup porselen sanatını dünyaya tanıtan Çinliler'e izafetle Çin isminden türetilmiştir.
Çeşitli biçimlerdeki levhaların renklendirilip sırlanarak fırınlanması sonucu, eriyen sırın çini hamurundan yapılmış levha üzerinde meydana getirdiği koruyucu saydam tabaka çini sanatının esası olmuş ve kullanıldığı mimari süslemeye solmayan bir renklilik sağlamıştır. Çeşitli devir ve bölgelere göre teknik değişiklikler göstererek zenginleşen çininin ilk örnekleri, tuğla üzerine renkli sırın kullanılması ile eski Mısır ve Mezopotamya’da oluşturulmuştur.
Çini sanatı tarihi uzun yıllara dayanmaktadır. Sırlı levhaların İslâmiyet’ten önce Uygurlar tarafından kullanılmış olması bu tekniğin Türk sanatındaki köklü geçmişini gösterir. Bu el sanatı, Karahanlılar dönemine ait yapılarda süsleme sanatı olarak görülmüştür. İlk örnekleri Karahanlılar dönemine ait yapılarda görülmeye başlayan çini sanatı, Karahanlıların, Uygurların Harzemşahların, Gaznelilerin döneminde kullanılmış. Özellikle Büyük Selçuklular ve Anadolu Selçukluları zamanında gelenek haline gelmiştir. Selçuklu döneminde birçok cami, menderese, saray, türbe ve kervansaray gibi yapılar çini sanatı ile süslenmiştir. Daha sonra Osmanlı döneminde de bu gelenek devam ettirilmiştir ve en parlak dönemini Osmanlı Devletinin kuruluşunda yaşamıştır. Anadolu Selçuklu Devleti ve Büyük Selçuklu Devleti, hakimiyet altına aldığı yerlere cami, medrese, saray inşa etmişler ve bu sanatı, mekanların çeşitli bölgelerine yansıtmışlardır. İznik Yeşil Cami, Bursa Yeşil Cami, Bursa Muradiye Camisi, Edirne Muradiye Camisi, Edirne Şah Melek Paşa Camisi, Çinili Köşk, İstanbulda Yavuz Sultan Selim Camii ve Türbesi, Haseki Medresesi, İstanbul Mahmut Paşa Türbesi, Osmanlı Devletinin İlk örneklerini taşımaktadırlar. Daha çok geometrik desenleri yansıtan eserler, zamanla daha farklı bir boyut kazanmıştır. Bitkisel kökenli desenler, yazılar, lacivert, sarı, türkuaz, siyah gibi renkler, bu sanat dalında daha çok kullanılmıştır.
Zamanla gelişen ve yenilenen çini sanatı, Mimar Sinan, Baba Nakkas, Hafız Mehmed Emin Efendi, Hasan Çelebi, Şahkulu, Bursalı Ali b. İlyâs Ali, Kara Memi, Veli Can gibi usta ellerle başka bir boyut kazanmış, bu sanat dalına çok özel örnekleri günümüze kadar taşımıştır.
Çinicilik en yüksek seviyesine Kanuni Sultan Süleyman(1520-1566) döneminde ulaşmıştır. Osmanlı dönemi eserleri arasında İznik Yeşil Cami(1390), Bursa Yeşil Cami ve Türbesi(1421), Bursa Muradiye Camii(1426), Edirne Muradiye Camii(1433), İstanbul Mahmut Paşa Türbesi(1463), Çinili Köşk(1472) ve Edirne de Şah Melek Paşa Camilerinde çini sanatı görülmektedir.
İstanbul da Yavuz Sultan Selim Camii ve Türbesi(1522), Şehzadeler Türbesi(1525), Haseki Medresesi(1539), Şehzade Mehmet Türbesi(1543), Topkapı da Kara Ahmet Paşa Camii(1551), Üsküdar Çinili Cami(1640) , İstanbul Yeni Cami ve Külliyesi(1663) gibi mimari eserlerde kullanılan çiniler bu dönemin eserleridir.
II. Abdülhamit zamanında Almanya’dan getirilen makineler, malzeme ve ustalarla Yıldız Sarayı’nda kurulan fabrikada, porselen üretimi yanısıra tamir ihtiyaçları sağlanmaya çalışılmış, İkinci Meşrutiyetin ilanı ve padişahın tahttan indirilmesi ve savaş felaketleri nedeniyle çini üretimi tamamen durmuştur. Günümüzde çini sanatı eski renk ve desenleri yeniden ele almakta, bu yolda arayışlarını sürdürmektedir ve ülkemizde Kütahya çiniciliğin tek merkezidir.